
Savunma yapacak hali de yoktu. Neyi savunsundu ki. Sevgisini mi? “Yine olsa, yine severim” diye döküldü sessiz cümleleri dudaklarından. Sevmek güzeldi. Hele aşk paha biçilemez bir hazineydi. “Kim vazgeçerdi hazinesinden” demeye kalmadı ki kurduğu cümle boğazına takılıp kaldı da yutkunamadı. “O vazgeçti” deyiverdi içindeki hınzır ses. Kızdı ona. “Sen ne anlarsın aşktan sevdadan” diye söylendi. İçindeki o sese kızsa da haklıydı o ses. Belki de haklı olduğu için bu kadar çok kızıyordu ya…
“O vazgeçmişti…” Uğruna ölünmemişti, belki ölünmeyecekti de ama bu kadar da kolay vazgeçilen olmak kendisinin de zoruna gidiyordu. Kabullenmek istemiyordu bir türlü. Bu kadar severken neden vazgeçildiğini hiç anlayamayacaktı da. Sadece “anlar gibi” yapacaktı. Ne yüreğine, ne sevdasına söz geçiremeyecekti. Şimdiye kadar da geçirememişti ya zaten…
Kendisine kızıyordu gün be gün. Bu kadar çabuk vazgeçen birini neden bu kadar özlüyordu, neden bu kadar merak ediyordu, neden onun için bu kadar endişeleniyordu sanki. Arkasına bile bakmadan çekip gittiyse gitsindi. Kendisine neydi ondan, onun durumundan? Ah bir anlatabilseydi bunları yüreğine, ah bir anlayabilseydi o yüreği bunları daha az acıyacaktı o zaman. Ne yüreğine bunları anlatabildi ne de yüreği bunları anlayabildi…
“O da beni merak ediyor mudur?” diye geçirdi içinden. “Sahiden özlüyor mudur benim onu özlediğim kadar o da beni…” Yoksa “eskisinden daha mı az seviyordur şimdi” diye düşünürken bir ağırlık çöktü kalbinin üstüne.“Az sevilmeye” bile tahammülü yoktu bu kadının. Sevginin azı, ekmeğin, tuzun, paranın pulun azına benzemezdi. Az sevgi hiç sevilmemek kadar korkutucuydu. Ürperdi birden içi. Uzak olacaksa bile hep “çok sevsin” istiyordu. “Asla unutmasın!...” dı bütün derdi buydu yalnız kadının. Uzakta da olsa sevildiğini bilmek güç veriyordu kendisine…
Ama işte çekip gitmişti ardına bile bakmadan. Söküp atacaktı beni yüreğinden… düşlerinden…Nasıl dayanacaktı bu düşünceye. Nasıl dayanılırdı ki buna? Her geçen an, dakika, saat, gün, hafta, ay biraz daha unutulmuş olacaktı. Sanki baharı bekler gibi unutulmayı mı bekleyecekti? Yok yok dayanılmazdı böyle bir şeye…Kendisi de dayanamazdı zaten. Bir çözümü, bir çaresi olmalıydı bunca şeyin. Bir çıkış bulunmalıydı. Bir yardım eli imdadına yetişmeliydi de onun kalbinde kendisi unutulmamalıydı…
Ne zordu labirentte çıkışı bulmak. Yönünü kaybetmiş birine kim yardım edebilirdi şimdi? Düşündü… düşündü…düşündü…Ama bir çıkış bulamadı bu yalnız kadın. “Bir yolu mutlaka vardır, olmalı…” diye bağıran sesi de gittikçe cılız çıkmaya başlamıştı. Oysa şimdi onu görmek, gözlerinin içine bakmak, nefesinin sıcaklığını hissetmek istiyordu. Bunca unutulmaya inat kendisi hep hatırlıyordu, hatırlayacaktı. Bir an olsun gözlerinin önünden gitmesine fırsat vermiyordu onun. Onla nefes alıyordu onla nefes veriyordu. Onsuz olmak bir anlamda kendi varlığından vazgeçmekti.
Yok yok bir yolunu bulmalıydı. Ya hayatında güneş tamamen batmalıydı, ya da yarına beklenen mucize olmalıydı… Üçüncü halin imkansızlığı ise akıllara hiç getirilmek istenmeyendi…
0 yorum:
Yorum Gönder